Yalnızlığımızın
içine mıhlanıp kalıyoruz. Giderek daha da derine iniyoruz…
“Kim”seye hitaben
yazıyorum bunları. Oysaki “kim”lere ne çok ihtiyacım var.
Çevremde olup
bitenlerden yoruldum. “Ülke”mde olup bitenlerden yoruldum.
Şimdi belki bir “kim”se
okur bunları, ruhunun inceliklerinde hisseder söylediklerimi ve can-ı gönülden,
gözlerini kapatarak ortak olur bunlara. Zira artık o güzel insanlarla bir araya
gelemiyoruz. Güzel şeyler konuşamıyoruz, güzel işlerle uğraşamıyoruz; hayatı “güzel”leştiremiyoruz.
Tek başımıza, zindanımıza hapsolduk; ruhumuz ağlıyor sessizce. Artık ses
çıkarmaya dahi umudu yok çünkü. Sessizliği içinde deviniyor, yürüyor, duruyor
ve her an biraz daha ölüyor…
“Hâl”imizi “medikalize”
etmeyeceğim. Ona psikiyatrik etiketler yapıştırmayacağım. Benim işim değil
zaten bu. Kaldı ki, aslında kimsenin işi değil bence, kendisine bu sorulmadığı
müddetçe. Bir arabaya “sileceklerin aşınmış” demek, ya da bir saç kurutma
makinesine “kablon yanmış” demek gibi bir şey bu. Belki bunu söyleyenler
açısından bir manası var; ancak bundan arabaya ne, saç kurutma makinesine ne…
“Hâl”e ilişkin
yazıp çizdikçe buradan, belki bir yerlerdeki ruhdaşlar duyar bunları… Belki bir
ses verir…
Zira yolumuz
saflık yolu, başka da bir derdimiz yok…